Bir yazı yazmaya teşvik eden sebep aslında uzun zamandır kafamda dolaşan sorulardan kaynaklanmaktadır. Özellikle son birkaç aydır, “Cahil” kelimesinin taşıdığı derin anlam üzerine düşünmeye başladım. Çoğumuz gibi ben de Cahil kelimesini bilgisizlik olarak aklıma yazmışım. İnsanların kolaylıkla birbirine yönelttiği bu kelimenin ardında aslında ne kadar büyük bir felsefi, ahlaki ve toplumsal derinlik olduğunu hissettiğimde, konuyu daha yakından irdelemeye karar verdim.
Özellikle İslam düşüncesinin önde gelen isimlerinden Sezai Karakoç, İhsan Fazlıoğlu, Yusuf Kaplan, Roger Garaudy ve Aliya İzzetbegoviç gibi isimlerin yazılarını ve görüşlerini inceledikçe, cahilliğin sadece bir bilgisizlik meselesi olmadığını, aksine zihinlerin ve kalplerin hakikatten uzak olmasının bir sonucu olduğunu fark ettim. Bilgiye erişimin tarihte hiç olmadığı kadar kolay olduğu günümüzde, toplumların derin bir cehalet içinde olması beni şaşırttı ve sorgulamaya sevk etti.
Bu yazıda, beni şaşırtan, düşündüren ve cehaletin derinliklerini kavramama yardımcı olan süreçte edindiğim bilgileri ve gözlemlerimi paylaşmak istiyorum. Umuyorum ki bu yazıyı okurken sizler de benim gibi bu kavram üzerine derinlemesine düşünme ve hayatımızdaki yerini sorgulama fırsatı bulursunuz.
Table of Contents
Kavramsal Çerçeve: Cahil Kelimesinin Tanımı ve Tarihsel Bağlamı
Cahil kelimesi Türkçede genel olarak öğrenim görmemiş, okumamış kimse; bilgisiz kişi anlamına gelir. Aynı zamanda belirli bir konuda yeterli bilgisi olmayan kimseler için de kullanılır. Halk dilinde “kara cahil”, “zır cahil” gibi ifadeler, aşırı derecede bilgisizliği vurgular. Bu kelime dilimize Arapçadan geçmiştir; Arapça cāhil (جاهل) “bilmeyen” demektir ve cehalet (جهالة) kökünden gelir.
Tarihsel bağlamda cahiliye terimi, İslam öncesi Arap toplumunun inanç ve yaşam biçimini ifade eder. Asr-ı Cahiliye (Câhiliye Dönemi), Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğinden önceki “ilahi rehberlikten yoksunluk” dönemi olarak anılır. Bu dönem, putperestlik, kabile asabiyeti ve ahlaki zaaflar çağıydı. İslam’ın gelişiyle cahiliye devri kapandığı kabul edilir; çünkü İslam vahyi, bu bilgisizlik ve sapkınlık halini sona erdirmeyi amaçlamıştır. Ancak cahiliye kavramı tarihsel bir dönemle sınırlı değildir. İslam düşünürleri, cahiliyeyi zamanlar üstü bir kavram olarak ele alır: Sadece belli bir tarih diliminde yaşanıp bitmiş bir durum değil, her çağda ilahi hakikate sırt çeviren bir tavır anlamına gelir. Nitekim modern dünyadaki inkar ve ahlaki çöküntüler de bazı İslam aydınlarınca “modern cahiliye” olarak nitelendirilmiştir.
İslam Düşüncesinde Cahillik: Kur’an, Zekâ, Ahlak ve Bilgi
İslamiyet’te cehalet, sadece bilgi eksikliği değil, aynı zamanda doğru tavır ve inançtan yoksun olma halidir. Kur’an-ı Kerim’de cehalet ve türevleri birden çok ayette geçer. Genellikle cehaletin kötülüğü ve cahillerin zararı vurgulanır. Örneğin, “Gerçekten o çok zalim ve çok cahildir” denilerek (Ahzâb 33/72) insanın bilgisizliğinden kaynaklanan yanlışları vurgular. Allah’ın ilim ve hikmet sahibi oluşu ve peygamberlere en büyük armağan olarak ilim verilmesi de cehaletin ayıplanmasına işaret eder. İlk inen vahiylerin “Oku!” emriyle başlaması ve kalemle yazmayı, bilmediklerimizi öğretmeyi övmesi, cehaleti insan için en büyük tehlikelerden biri sayar. Nitekim İslam’ın ilk yıllarında Hz. Muhammed (sav), cehaleti gidermek için Suffe mektebini kurmuş. Bedir Savaşı sonrası okuma yazma bilen esirleri, on Müslümana okuma yazma öğretme karşılığında serbest bırakarak cehaletle mücadele etmiştir.
İslam düşüncesinde zeka (akıl) ile ilim (bilgi) insanı insan yapan özelliktir. Büyük alim Râgıb el-İsfahânî, “hayatını cehalet içinde geçiren kimse, hayvanlık mertebesini aşamaz” diyerek bilgisizliği insanın varlık seviyesini düşüren bir durum olarak belirtir. Cehalet, sadece epistemolojik (bilgiyle ilgili) bir eksiklik değil, aynı zamanda ahlaki bir zaaf olarak görülür. Nitekim İslam kültüründe cehaletin zıddı sadece ilim değil, aynı zamanda hilmdir (yani akıllı ve kültürlü olmakla kazanılan yumuşak huylu, medeni tavır). İslam, câhiliyedeki zulüm ve kötülükleri ortadan kaldırıp yerine adalet ve merhameti koymayı hedeflemiştir.
Diğer yandan, İslam alimleri cehaletin dereceleri olduğunu belirtir. Klasik tasnife göre cehalet iki türdür: “cehl-i basit” (basit cehalet) bir konuda bilgi sahibi olmamak fakat bilmediğinin farkında olmaktır. Yani öğrenmeye açıktır. “Cehl-i mürekkeb” (bileşik cehalet) ise kişinin bilmediği halde kendini bilgili sanması, yani cehaletinin farkında olmamasıdır. Bu ikinci tür, gerçek anlamda tehlikeli cehalettir. Günümüz İslam düşünürü İhsan Fazlıoğlu, buna bir üçüncüsünü ekler: “Cehl-i mük’ab” (katmerli cehalet). Bu, “bilmeyen, bilmediğini de bilmeyen ama en doğru bildiğini iddia eden” kişiye denir. – yani üç boyutlu, derinlemesine cehalet hali. Böyle biri ne öğrenmeye açık olur ne de yanlışını düzeltmeye. İslam’ın cehaletle mücadelesi esasen bu tehlikeli cehalet sebebiyledir. Hz. Peygamber (sav) “İlim talep etmek her Müslümana farzdır” buyurarak bunu farz kılmıştır.
Özetle, İslam’da cahillik, aklın ve vahyin rehberliğinden mahrum kalma durumudur. Bilgisizlik (cehl) kişinin hem dünyasını hem ahiretini tehlikeye atar. Bu nedenle İslam medeniyeti, ilim tahsilini en büyük faziletlerden saymıştır. Cehaleti ise karanlık ve tehlikeli bir kusur olarak görmüştür. İlim sahibi olmayan insan, potansiyelini gerçekleştiremez… hakikate kör kalır.
Düşünürlerin Görüşleri: Modern Cahiliye Eleştirileri
İslam dünyasında pek çok mütefekkir, modern zamanlardaki manevi buhranları “yeni bir cahiliye” olarak değerlendirmiştir. Bu düşünürler, teknoloji ve bilgi bolluğuna rağmen hakikat bilgisinden ve erdemden uzak kalmayı, tıpkı İslam öncesi cahiliye dönemi gibi eleştirirler.
Sezai Karakoç
Şair ve yazar Sezai Karakoç, modern çağın ruhunu anlamaya çalışan ve “Diriliş” düşüncesiyle bilinen bir isimdir. Karakoç’a göre modern seküler toplum, Asr-ı Saadet’ten uzaklaştıkça adeta yeni bir cahiliye karanlığına gömülmektedir. O, “modern cahiliye” tabirini kullanarak çağın manevi buhranın eski cahiliye kadar tehlikeli olduğunu vurgular. Karakoç, cahiliye devrinde egemen olan şiddet ve zulmün, cahiliye zihniyetiyle geri dönebileceğine dikkat çeker. Nitekim “Peygamberimiz (sav), cahiliyedeki şiddeti nasıl izale ettiyse, bugünkü cahiliye de ancak Kur’an ahlakıyla öyle giderilebilir” diyerek çözümün yine İslami değerlerde olduğunu belirtir. Karakoç’un düşüncesinde cehalet, salt okuma yazma bilmeme meselesi değil, Allah’tan ve vahiyden kopuk yaşamanın getirdiği manevi boşluktur. Ona göre modern insanın bunalımı, tıpkı ilahi rehberlikten yoksun toplumların putperestlik ve zulüm dolu hayatına benzer şekilde, hakikate yabancılaşmasından ileri gelir. Karakoç, eserlerinde modern toplumun “putlarını” eleştirir ve ancak İslam’ın diriltici nefesiyle yeni cahiliyeden kurtulabileceğini savunur. Manevi diriliş olmadan cehalet karanlığından çıkılamaz.
İhsan Fazlıoğlu
Prof. İhsan Fazlıoğlu, İslam düşünce tarihi uzmanı bir filozoftur ve bilgi kavramı üzerine görüşleriyle tanınır. Fazlıoğlu, cehaleti farklı düzeylerde analiz ederek modern insanın durumunu açıklar. Onun yaklaşımına göre “cehalet, hayatı anlamsız yaşamak demektir”. Yani kişi amaçsız ve idraksiz bir şekilde yaşarsa gerçek manada “cahildir”. Yukarıda bahsedilen cehl-i basit, mürekkeb, mük’ab ayrımını gündeme taşıyarak özellikle “katmerli cahil” tipine dikkat çeker. Bu tip, bugün sıkça rastlanan, okumuş olsa bile bilgi kibri içinde olan insan modelidir. Fazlıoğlu’na göre gerçek alim ile cahil arasındaki fark, birinin kavramlardan tasavvur (anlayış) üretmesi, diğerinin ise süslü sözlerle hayal kurmasındadır. “Birisi çölde dolaştırır; serabın oluşturduğu vahalarla oyalar. Diğeri bir şehre, hakikate ulaştırır” diyerek aradaki farkı ortaya koyar. Burada “çölde dolaştıran”, bilgisizce laf kalabalığıyla oyalan cahil tipidir. “şehre ulaştıran” ise gerçek bilgi ve hikmet sahibi alimdir. İhsan Fazlıoğlu, günümüz enformasyon çağında bile cehaletin yeni biçimlerine karşı uyanık olunması gerektiğini belirtir. Bilginin hikmete dönüşmediği yerde insanlar “bilgi bombardımanı altında cahil kalabilirler” zira anlamdan yoksun bilgi yığını, insanı doğru yola ulaştıramaz.
Sonuç olarak Fazlıoğlu, cehaletin sadece okuryazar olmamak değil, yanlış tasavvurlarla yaşamak olduğunu vurgular. Bu bağlamda modern eğitim sistemlerini de eleştirerek, ezbere dayalı, eleştirel düşünceyi geliştirmeyen eğitimin cahilliği gidermediğini, aksine “eğitimli cehalet” üretebildiğini ima eder.
Yusuf Kaplan
Gazeteci-yazar Yusuf Kaplan, Türkiye’de modern eğitim ve kültür politikalarını sert şekilde eleştiren yazılarıyla bilinir. O, “modern cahiliye” kavramını kullanarak günümüz toplumunun manevi ve kültürel kopukluğunu tarif eder. Yusuf Kaplan’a göre bilgi çağında yaşıyor olsak da “hakikat bilgisi”nden uzaklaşıyoruz. Sonuçta şeklen eğitimli fakat manen cahil bireyler yetişiyor. Kaplan sık sık Türkiye’deki eğitim sisteminin “diplomalı cahiller” ürettiğini vurgular. Bir konuşmasında “Bu kadar diplomalı cahile ne ihtiyaç var? Başkasının kavramlarıyla kendi dünyanızı kuramazsınız” diyerek mevcut eğitim düzeninin, gençleri sadece diploma sahibi yaptığını ama zihnen özgür ve üretken kılmadığını belirtmiştir. Ona göre genç nesil, Batı’nın kavramlarını ezberleyip kendi medeniyet köklerinden koptukça bir zihin sömürgesi haline gelmektedir. Yusuf Kaplan, modern insanın çok şey bilip hiçbir şeyi hakikati gereğince anlamamasını yeni bir cehalet türü sayar. Özellikle maneviyat ve tarih şuurundan yoksun kalan toplumların teknolojik ilerlemeye rağmen “asıl meseleyi” ıskaladığı kanaatindedir. “En büyük felaket, başına ne geldiğini bilmeyen bir toplumdur” diyerek içinde bulunulan durumun farkında olmamanın cehaletin en kötüsü olduğunu dile getirir. Kaplan’ın önerisi, medeniyet tasavvuru olan, tarihine ve değerlerine vakıf, özgüvenli bir nesil yetiştirmektir. Aksi halde, bilgiye erişimin kolaylaştığı çağımızda çelişkili biçimde kültürel ve ahlaki cehalet derinleşecektir. Onun eleştirileri, özetle, modern cahiliyenin okumuş insanlar eliyle de yayılabileceği üzerinedir. Manevi değerlerden kopuk bir eğitim, “okumuş cahiller” üretir ve bu da toplumu felakete sürükler.
Roger Garaudy
Fransız asıllı düşünür Roger Garaudy, Marksist geçmişi olup sonradan Müslüman olmuş ve Batı medeniyetine yönelttiği sert eleştirilerle tanınmıştır. Garaudy, modern Batı’nın seküler ideolojilerini ve pratiklerini bir tür cehalet ve sapma hali olarak görür. Ona göre Aydınlanma ve hümanizm sloganlarıyla yola çıkan Batı uygarlığı, sömürgecilik ve ahlaki çürüme üreterek insanlığı uçuruma sürüklemiştir. Garaudy’nin çok çarpıcı bir ifadesiyle: “Batı, tarihin en büyük günahıdır”. Bu söz, onun nazarında Batı medeniyetinin ilahi rehberlikten kopuşunu ve yol açtığı küresel haksızlıkları özetler. Nitekim 20. yüzyılda iki dünya savaşı, nükleer bombalar, sömürge imparatorlukları gibi felaketler, Garaudy’ye göre modern cahiliyenin eseridir. O, Batı’nın teknolojik ilerleme adına maneviyatı feda ettiğini, böylece muazzam bir bilgi birikimine rağmen büyük bir cehalet içinde olduğunu belirtir. Garaudy, “Batı’nın ürettiği bütün değerler Gazze’de toprağa gömüldü” diyerek de modern dünyanın ikiyüzlülüğünü ifşa eder: İnsan hakları, eşitlik, özgürlük gibi değerlerin Filistin’de çiğnenmesi, söz konusu değerlerin içinin boş olduğunu göstermiştir. Ona göre gerçek medeniyet, maddi güçle değil, ahlaki erdemle ölçülür. Garaudy’nin çözüm arayışı, İslam’ın evrensel adalet ve kardeşlik prensiplerindedir. İslam’ı “insanlığın toplu intihardan kurtuluş reçetesi” olarak görmüş ve Batı’ya kendi bencilliğinden vazgeçip diğer medeniyetlerle diyalog kurmayı öğütlemiştir. Özetle, Roger Garaudy modern cahiliyeyi; Allah’sız bir dünyada insanın ilahlaştırılması ve tabiata, insana karşı işlenen büyük cürümler bütünü olarak tanımlar. Bu cahiliyeden çıkış ise ancak tevhid (Allah’ı birleme) anlayışına dönmekle mümkündür.
Aliya İzzetbegoviç
Bosna-Hersek’in ilk cumhurbaşkanı ve mütefekkir Aliya İzzetbegoviç, cehaletle mücadeleyi hem bir eğitim meselesi hem de bir ahlak görevi saymıştır. Aliya, İslam’ın geri kalmışlık veya fanatizm dini olduğu yönündeki oryantalist söylemlere karşı, aksine İslam’ın cehaletle savaştığını vurgular. Ona göre bir toplumu imha etmenin en kolay yolu, o toplumu eğitimden mahrum bırakmaktır. Nitekim “sözde bir İslam hükümdarı ülkesinde eğitimi sınırlandırarak İslam’a cehalet yoluyla hizmet etmek istiyor” diyerek, İslam adına cahilliği teşvik edenleri eleştirir. Aliya, cehaleti Müslümanların en büyük düşmanlarından biri olarak görmüş ve müslümanların cehaletten kurtulmaları için gayret sarf etmiştir. Bosna Savaşı sırasında dahi eğitimi ihmal etmeyen Aliya, barış sonrasında da gerçek bir manevi kalkınma olmadan toplumsal iyileşme olamayacağını savunmuştur.
Aliya İzzetbegoviç, modern dünyanın da bir cahiliye yaşadığını, özellikle ahlaki cehaletin yaygınlaştığını söyler. O, Batı medeniyetine dair şu çarpıcı tespiti dile getirmiştir: “Bunu hiç unutma evlat: Batı hiçbir zaman uygar olmamıştır! Bugünkü refahı, sürüp giden sömürgeciliğiyle döktüğü kan ve gözyaşları üzerine kuruludur”. Bu söz, Aliya’nın gözünde Batı’nın medeniyet iddiasının aslında cehalet ve barbarlık içerdiğini ifade eder. Teknolojik ve bilimsel ilerleme, eğer zulüm ve adaletsizlikle birlikte geliyorsa, bu gerçek bir uygarlık sayılamaz. Aliya, modern cahiliyeye karşı “Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım” diyerek manevi bilginin önemini vurgulamıştır. O, toplumların kurtuluşunu eğitimde ve ahlakta görür: “Bir insanı eğitirseniz, bir bireyi eğitmiş olursunuz; bir kadını eğitirseniz, bir toplumu eğitmiş olursunuz” sözü bu minvaldedir (Aliya’ya atfedilen meşhur bir söz). İzzetbegoviç’e göre gerçek cehalet, insanın kendi dininin ve değerlerinin özünden habersiz olmasıdır. Müslüman toplumlar eğer inançlarının sadece şeklinde kalır, ruhunu kaybederse, o zaman “modern cahiliye devri” onları esir alır. Dolayısıyla Aliya, hem Doğu’daki hem Batı’daki cahillik türlerini görmüş biri olarak, çareyi iman, akıl ve ahlak sentezinde arar.
Cahillik Kavramının Bağlamsallığı
Cahillik bağlamsal bir kavram mıdır, yoksa genel bir vasıf mıdır?
Ya da, bir kişi her konuda cahil olabilir mi, yoksa sadece bazı konularda bilgisiz olabilir?
Dilimizde cehalet kavramının, içinde bulunulan duruma ve konuya göre farklı anlamlar kazanabildiği görülür. Nitekim TDK tanımında da “belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan” kişiye cahil denebileceği belirtilmiştir. Bir insanın her şeyi bilmesi mümkün olmadığından, aslında herkes bir ölçüde cahildir. Amerikalı mizahçı Will Rogers’ın ünlü sözü bunu esprili biçimde dile getirir: “Herkes cahildir. Ancak cahil oldukları konular farklıdır.”. Gerçekten de bir fizik profesörü tarihteki, bir tarihçi tıpta bilmediği için o konularda “cahil” sayılabilir. Bu anlamda cehalet bağlamsaldır: Kime ve neye göre cahil olduğumuz sorusu önemlidir.
Öte yandan, cahillik genellikle genel bir vasıf olarak da kullanılır. Gündelik dilde birine “cahil” demek, o kişinin genel kültür ve eğitim seviyesinin düşük olduğunu ima eder. Özellikle edep ve görgü yoksunluğu da cahillik kapsamında değerlendirilir. Mesela biri kaba davranışlar sergiliyorsa, eğitimli bile olsa “cahil” yaftası yiyebilir. Bu nedenle Yunus Emre’nin “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?” dizelerinde de belirtildiği gibi, kendini bilmeyen kimse okumuş olsa da hakikatte cahildir.
Modern toplumda, eğitim düzeyi yükseldikçe cehaletin azalacağı varsayılır. Okur-yazar oranının artması, üniversite mezunlarının çoğalması olumlu göstergelerdir. Ancak bu, cehaletin tamamen yok olması anlamına gelmez. Zira “bilgi sahibi olmak” ile “anlayış sahibi olmak” farklı şeylerdir. Bilgiye erişim kolaylaşsa da, kitle iletişim araçları yanlış bilgi ve komplo teorilerini de yaygınlaştırabilmektedir. Bu durumda insanlar bazı konularda bilgi sahibi olduklarını zannetseler de aslında bilgi kirliliği içinde yanlış inanışlara saplanabilirler. İşte bu da bir tür yeni cahillik halidir: “Yanlış bilmek”, hiç bilmemekten daha ciddi bir sorun olabilir. Nitekim Will Rogers başka bir sözünde “Bizi sıkıntıya sokan, bilmediklerimiz değil, yanlış bildiklerimizdir” diyerek bu duruma dikkat çeker.
Cahillik kavramının bağlamsallığı en net, bir kişinin bazı alanlarda çok bilgili, bazı alanlarda ise bilgisiz olabileceği gerçeğinde görülür. Örneğin bir teknoloji dehası, edebiyat söz konusu olduğunda cahil kalabilir. Bu durum o kişinin genel olarak cahil olduğu anlamına gelmez, sadece belli bir alanda deneyimsiz olduğunu gösterir. Dolayısıyla konuya göre cahillik mümkündür ve bu oldukça normaldir. Her insanın uzman olmadığı konular olacaktır. Mühim olan, kişinin bilmediğinin farkında olması ve öğrenmeye açık kalmasıdır. Aksi halde, yukarıda değindiğimiz cehl-i mürekkeb devreye girer – yani bilmediğini bilmeyen cahil, bağlamsallık gözetmeksizin her konuda yanlış fikre sahip olur.
Sonuç olarak, bir kimseye “cahil” derken bunu hangi ölçüte göre söylediğimiz önemlidir. Bir akademisyene günlük hayat pratiklerinde beceriksiz diye cahil demek ne kadar yanlışsa, hiçbir şey okumamış ama hayat tecrübesiyle bilgece konuşan bir yaşlıya da sırf okulu yok diye cahil demek o kadar yanlıştır. Cehalet bağlama göre değişebilir, fakat öğrenmeye kapalı olmak evrensel bir cahillik göstergesidir. Bu nedenle, konulara göre hepimizin eksikleri olsa da, bunları kabul edip gidermeye çalışmak cahillikten kurtulmanın yoludur. Aksi takdirde, kişi kendini geliştirmeyi bıraktığı noktada genel bir cehalet içinde kalacaktır.
Toplumsal Perspektifte Cahil Algısı
Günümüz toplumunda “cahil” denilince akla çoğunlukla eğitim düzeyi düşük kişiler gelir. Okuma yazma bilmeyen veya ilkokul mezunu birine cahil damgası vurmak yaygındır. Resmî eğitim almamış kimseler, yanlış bir genellemeyle, sanki hiçbir şey bilmez ve öğretilse de anlayamaz gibi görülür. Oysa bu algı her zaman doğru değildir. Geleneksel toplumlarda okuma imkânı bulamamış nice insanların derin hayat tecrübesi ve sağduyusu sayesinde son derece hikmetli sözler söylediği bilinir. Halk irfanı, okul cehaletini yenebilecek bir güç barındırır. Modern toplum ise diploması olmayanı cahil belleme eğilimindedir.
Toplumsal algıda bir çelişki de “okumuş cahil” kavramında ortaya çıkar. Eğitimli olduğu halde bilgiyi doğru kullanmayan, kültür ve görgü açısından zayıf kişilere “okumuş cahil” denir. Örneğin, üniversite mezunu ama bilimsel yöntemi kavrayamamış, eleştirel düşünemeyen bireyler bu tanıma girer. Türkiye’de son yıllarda bu konu sıkça tartışılmaktadır. Yazar Ali Ayçil, gençlerin zihin dünyasının daraldığını eleştirerek “diplomalı cahiller ordusuna dönüşüyoruz” derken; Yusuf Kaplan da “bu kadar diplomalı cahile ne gerek var?” diye sormuştur. Bu eleştiriler, formel eğitimin niteliğiyle ilgilidir. Yani okullar çok mezun verse de, eğer bu mezunlar yaratıcı düşünemiyor, kendi kültürüne yabancı kalıyor ya da ahlaki zaaflar gösteriyorsa topluma faydalı olamayacaktır. Hatta böyle kişiler kibirli ve dogmatik olabilir; bu da toplum için okuma yazma bilmeyen cahilden daha tehlikeli görülür. Atasözünde söylendiği gibi: “Cahil ile gez, Molla’yı bez” yani: Aşırı bilgili biri sizi sürekli düzeltir, sizi rahat bırakmaz. Ama cahil biri en azından kendi hâlindedir.
Toplumda kime “cahil” denildiği, bazen bir hakaret boyutu kazanır. Sosyal medyada veya siyasi tartışmalarda, karşıt görüşe sahip olana kolayca “cahil” denildiğini görüyoruz. Burada cehalet, bilgisizlikten çok anlamamazlıkla eş tutuluyor. Bir fikri beğenmeyen, muhatabını cehaletle suçlayabiliyor. Bu da cahil kelimesinin toplumsal kullanımında bir kayma olduğunu gösterir. Cehalet bir aşağılama aracı haline gelebiliyor. Örneğin, seküler kesim dindar birini cahil görmek eğilimindeyken, dindar kesim de seküler yaşam tarzını “cahiliye” olarak söyleyebiliyor. Yani birbirini anlamayan taraflar, ötekini “bilgisizlik/gerçekleri bilmeme” ile itham edebiliyor. Bu durum, cehaletin aslında önyargıyla da ilişkili olduğunu düşündürüyor. Ünlü düşünür Edward Said, medeniyetler çatışması tezine karşı “önyargılar çatışması” kavramını kullanmıştı. Nitekim bir Doğulu da Batı hakkında, bir Batılı da Doğu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan hüküm verebiliyor – bu karşılıklı cehalet önyargıları besliyor. Sonuçta modern toplumda “cahil” sıfatı, yalnız gerçek bilgi eksikliğini değil, anlamak istemeyen, empati yapmayan kişiyi de tanımlıyor.
Eğitim seviyesi ile cahillik arasında doğrusal bir ilişki olmadığı toplumsal tecrübeyle sabittir. Diploma, cehaleti otomatik olarak ortadan kaldırmaz. Önemli olan, kişinin öğrendiğini içselleştirmesi ve hayatına yansıtmasıdır. Bugün “cahil” denilen bazı kişilerin tek eksiği diploması olmayabilir çünkü onlara uygun eğitim imkânı sunulmamıştır. Diğer yandan, yüksek eğitim almış birinin de sürekli kendini geliştirmesi ve alçak gönüllü olması beklenir. Aksi halde o da bir konuda cahil kalabilir. Mevlana’nın “Cahille sohbet etmek güçtür bilene, çünkü cahil ne gelirse söyler diline” sözünde, aslında cahilliğin eğitimden ziyade görgü ve ölçü bilmemekle ilgili bir boyutu vurgulanır. Toplum, cahilliği sadece akademik bir yetersizlik değil, aynı zamanda bir görgü kusuru olarak da algılar. Örneğin, trafikte kural tanımayan, sıraya girmeyen, kamu malına zarar veren birine halk arasında “eğitimsiz, cahil” denir. Bu kişi yüksek öğrenim görmüş olsa bile yaptığı davranış cehalet olarak nitelenir.
Sonuç olarak, modern toplumda cahil kavramı çok boyutlu bir algıya sahiptir. Bir yanda eğitim düzeyi düşüklüğü cahillikle eşleştirilirken, diğer yanda kültürsüzlük ve değersizlik de cahillik sayılır. Toplumsal ilerleme için elbette okur-yazar oranının artması, bilimsel bilginin yaygınlaşması şarttır. Ancak tek başına yeterli değildir: Eğitim, bireylere hem bilgi hem terbiye kazandırmalıdır. Aksi takdirde, diplomalı cahillerle diplomassız cahiller arasında fark kalmaz. “Cahil insanın her fırsatta kendini savunması, bilgili insanın ise her fırsatta kendini sorgulaması” gerektiği sözü (Sokrates’e atfedilir) toplum içindeki cehalet olgusuna ışık tutar. Gerçek bilgi insanı tevazua yöneltirken, cehalet kibir doğurur. Bu yüzden toplum nazarında en tehlikeli cahil tipi, bildiğini zannedip hiç öğrenmeyen tiptir.
Sonuç
“Cahil” kavramı, basitçe okuma yazma bilmeme durumu olmayıp, derin tarihi ve kültürel anlamlar taşır. İslami perspektifte cehalet, insanlığın en büyük düşmanlarından biri olarak görülmüş; ilim ve irfan, cehalet karanlığını dağıtacak yegâne ışık sayılmıştır. Kur’an ve Hz. Peygamber (sav), cehaleti bilgiyle olduğu kadar güzel ahlakla da gidermeyi hedeflemiştir. Cahiliye döneminden asr-ı saadete geçiş, bir toplumun cehaletten kurtuluş destanıdır. Modern çağda ise bilgi ve teknoloji alanında büyük ilerlemeler kaydedilmesine rağmen, manevi ve ahlaki cehaletin kol gezdiği görülmektedir. Bu nedenle pek çok düşünür, günümüzün değer buhranlarını “modern cahiliye” diye tanımlayıp eleştirmiştir.
Yaptığımız analizde gördük ki cehalet, hem epistemolojik (bilgi eksikliği) hem ahlaki (değer eksikliği) boyutları olan bir olgudur. Bir insan belirli konularda bilgisiz olabilir; bu, öğrenme imkânı varsa telafi edilebilir bir eksiktir. Nitekim “herkes farklı konularda cahildir” sözü bu gerçeği ifade eder. Ancak asıl problem, kişinin cehaletini genel bir vasıf haline getirmesi, yani bilmediğini de bilmemesidir. İslam düşüncesinin de işaret ettiği cehl-i mürekkeb veya mük’ab budur – günümüzde de en yaygın cahillik biçimidir.
Toplumsal bakış açısıyla, cehaletin tamamen okulla veya diplomayla giderilemeyeceği anlaşılmıştır. “Okumuş cahil” tabiri, eğitimin ruhtan ve öz değerlerden kopuk olmasının sonucu ortaya çıkar. Günümüzde maalesef diploması olduğu halde hurafelere inanan, bilimsel gerçekleri reddeden veya kültürel kimlikten habersiz bireyler yetişmektedir. Bu da gösteriyor ki, cehaletle mücadele çok yönlü olmalıdır. Hem kaliteli eğitim ile bilgi kazandırmak, hem de özgür düşünce ve erdem aşılamak gerekir.
İslam ve toplum perspektiflerinden incelediğimizde, cahilliğin sadece bireysel bir eksiklik değil, yanlış bir zihniyet durumu olduğunu söyleyebiliriz. İslam düşünürleri Sezai Karakoç, Yusuf Kaplan gibi isimler, modern dünyada hakikat bilgisinden kopuşu yeni bir cahiliye olarak tanımlarken, Roger Garaudy ve Aliya İzzetbegoviç gibi isimler Batı medeniyetinin kibir ve sömürüsünü cahiliyet ölçütleriyle eleştirmiştir. Bu eleştirilerden çıkarılacak ders şudur: Cehalet, insanın kendini hakikatin yerine koyduğu yerde başlar. İster bireysel ister toplumsal düzeyde olsun, bilgi ve hikmetten uzaklaşıp körü körüne inançlara, önyargılara, nefis putlarına saplanmak cahiliyenin özüdür.
Sonuç itibariyle, “cahil” kavramının İslami ve toplumsal analizi bize gösteriyor ki gerçek medeniyet, ilmin faziletle birleşmesiyle mümkündür. Bir toplumda okuma oranı ne kadar artarsa artsın, eğer adalet, merhamet, tevazu gibi erdemler yoksa orada bir tür kara cehalet hüküm sürüyor demektir. İslam tarihi, cehaletten çıkışın en güzel örneğini sergilemiştir. Günümüz dünyasında da cehaleti yenmek için bilgiye dayalı kibir yerine bilgiyle yoğrulmuş bir irfan anlayışına ihtiyacımız var. Unutmayalım ki “tek iyi vardır, bilgi; tek kötü vardır, cehalet” düsturunu (Sokrates) hayatımıza geçirmek, sadece okulda değil her an öğrenmeye açık kalmakla mümkündür. Böylece hem zihnimizi hem gönlümüzü cehaletin karanlığından arındırıp aydınlığa çıkarabiliriz.
Değerli okuyan kardeşim, “Cahil” kelimesini kullanırken azıcık daha dikkatli, biraz daha merhametli ol. Unutma ki hepimiz bir konuda eksik, bir başka konuda öğrenmeye muhtacız. Cehâletle değil, kibirle mücadele zor; erdemli olmak dilde başlar, bakışta derinleşir.
Kalın sağlıcakla…
Kavramlar ve Kısa Açıklamaları
- Hakikat: İnsanın hayatı, evreni ve kendini doğru ve derinlemesine anlamasına imkân veren gerçek bilgidir.
- Varoluş: İnsan ve evrenin mevcudiyetini, anlamını ve amacını ifade eden temel yaşam durumudur.
- Epistemoloji: Bilgi teorisi; bilginin doğasını, kaynaklarını ve sınırlarını inceleyen felsefe dalıdır.
- Ahlak: İnsanın doğru ve yanlış davranışlarını belirleyen kurallar ve değerler bütünüdür.
- İrfan: Bilgiyle yoğrulmuş hikmet ve derin anlayış; manevi olgunluk ve bilgelik hâlidir.
- Hilm: Öfkeye kapılmadan yumuşak ve sabırlı davranma.
- Mütefekkir = Düşünen ve düşündüren fikir insanı.
- Salt = Başka hiçbir şey katılmadan, yalnızca o olan.
- Hikmet = Bilginin anlam ve ahlakla birleşmiş, derin kavrayışa dönüşmüş hali.
- Tasavvur = Zihinde bir şeyi şekillendirme, canlandırma; kavramsal olarak düşünme.
- Tevhid = Allah’ı birlemek; O’ndan başka ilah olmadığını kabul etmek.
- Erdem = Ahlaklı ve doğru davranma alışkanlığı; iyiyi seçme bilinci.
- İhsan = Allah’ı görüyormuşçasına yaşamak; en güzel şekilde davranmak.
- İlim = Faydalı bilgi; insanı hakikate yaklaştıran öğrenme.
- İrfan = Kalple kavranan derin bilgi; yaşanarak edinilen hikmetli anlayış.