Rönesans, genellikle Avrupa’nın “yeniden doğuşu” olarak anlatılır. Orta Çağ’ın karanlığından modern çağa geçişin adı olur çoğu zaman. Ama bu dönemin yalnız Batı tarihini değil, İslam dünyası ve diğer kıtaları da derinden etkilediği bilinir.  Peki ne zaman bu süreci daha yakından incelemeye kalksam, karşıma şu sorular çıkıyor:  Rönesans nedir, nasıl ortaya çıktı ve amacı neydi? Rönesans ile İslam medeniyeti arasındaki bağlar nasıl kuruldu ve zaman içinde neden zayıfladı? Ayrıca Asya ve Afrika bu süreçten nasıl etkilendi ve daha da önemlisi: Rönesans’tan sonra dünya, insanı merkeze aldı ama ruhunu nereye sakladı?

Bu makalede bu soruları ele alacağım inşallah. Sezai Karakoç, Roger Garaudy, Cemil Meriç, Rasim Özdenören ve Aliya İzzetbegoviç gibi düşünürlerin eserlerinden yararlanarak derinlemesine bir yolculuğa çıkacağım. Amacım, Rönesans’ı sadece Batı’nın tarihi bir dönemi olarak değil, insanlığın ortak hafızasındaki bir dönüm noktası olarak yeniden düşünmek. Ve bunu, hep birlikte anlamaya çalışmak.

Özet

Bu makale, Rönesans’ın tarihsel kökenlerini, amaçlarını ve etkilerini İslam medeniyetiyle ilişkisi bağlamında ele almaktadır. Rönesans, genellikle Avrupa’nın yeniden doğuşu olarak tanımlanırsa da bu süreçte İslam dünyasının bilgi, bilim ve düşünce birikiminin Batı’ya olan katkısı kritik bir rol oynamıştır. Özellikle Endülüs ve Haçlı Seferleri yoluyla Avrupa’ya geçen İslamî miras, Rönesans’ın temelini oluşturmuştur. Ancak zamanla Batı dünyası güç kazanıp İslam coğrafyası durağanlaştıkça bu bağlar zayıflamış, yerini tek taraflı bir üstünlük algısına ve sömürgeci ilişkilere bırakmıştır.

Bu makalede bu soruları ele alacağım inşallah. Sezai Karakoç, Roger Garaudy, Cemil Meriç, Rasim Özdenören ve Aliya İzzetbegoviç gibi düşünürlerin eserlerinden yararlanarak derinlemesine bir yolculuğa çıkacağım. Amacım, Rönesans’ı sadece Batı’nın tarihi bir dönemi olarak değil, insanlığın ortak hafızasındaki bir dönüm noktası olarak yeniden düşünmek. Ve bunu, hep birlikte anlamaya çalışmak. Bu çerçevede ele alacağımız güçlü bağlardan kastım, ilim, felsefe, kültür, sanat ve medeniyet anlayışı alanlarında Rönesans’ın İslam’dan aldığı temel etkilerdir.

Podcast

Rönesans Nedir ve Nasıl Oluştu?

“Rönesans” kelime anlamı olarak yeniden doğuş demektir. Terim, ilk kez 16. yüzyılda yaşamış sanatçı ve tarihçi Giorgio Vasari tarafından, Avrupa’nın Orta Çağ’ın baskıcı ve karanlık döneminden kurtuluşunu ifade etmek üzere kullanılmıştır. Genellikle 15. ve 16. yüzyıllarda İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan bir kültür ve düşünce hareketini tanımlar. Eski Yunan ve Roma (klasik ilkçağ) kültürüne duyulan hayranlıkla, hümanizm akımı etkisinde gelişen sanat, edebiyat ve bilim alanlarındaki büyük atılımları içerir. Rönesans, Orta Çağ boyunca Avrupa’da egemen olan skolastik düşüncenin ve kilise otoritesinin sorgulanmaya başlamasıyla şekillendi.

Özellikle İtalya’daki şehir devletlerinde (Floransa, Venedik gibi) artan zenginlik, ticaret ve yeni burjuva sınıfının desteği, matbaanın icadıyla bilgilerin hızlı yayılması, coğrafi keşiflerle ufukların genişlemesi gibi etkenler Rönesansı hazırlayan önemli gelişmelerdir. Rönesans kesinlikle, birdenbire gelen bir aydınlanma gibi algılanmamalıdır. Düşünür Cemil Meriç, Rönesans fikrinin tarihsel bir gerçek olmaktan ziyade sonradan kurgulanmış bir ideoloji olduğunu öne sürer. Meriç’e göre Avrupa’daki ilerlemelerin tümü birden, sanki karanlık Orta Çağ’ın ardından mucizevi bir yeniden doğuş olarak paketlenmiştir. Orta Çağ’ın da karanlık olduğu iddiası abartılıdır. Rönesans denen “yeniden doğuş” kültürel devamlılığın bir parçasıdır.

Nitekim Meriç, Almanya gibi bazı ülkelerde belirgin bir Rönesans dönemi bile yaşanmadığını, İtalya’da gerçekleşenlerin ise sonradan “Rönesans” etiketiyle anıldığını belirtir. Ona göre Rönesans esasen ekonomik bir yükseliş ve genişleme dönemidir. Amerika’nın keşfi ve kolonilerin Avrupa’ya altın yağdırmasıyla Batı zenginleşmiştir. Bu maddi zemin üzerinde, sanat ve mimaride görkemli eserler oluşmuştur. Yıllar sonra biri çıkıp bu hareketin adına “Yeniden Doğuş (Rönesans)” demiştir. Yani Rönesans bir günde ortaya çıkmış sihirli bir dönüşüm değil, ekonomik ve sosyal temelleri olan uzun bir sürecin adıdır.

Özetleyecek olursak, Rönesans 15. yüzyıl itibariyle Avrupa’da klasik kültürün yeniden keşfi, bilimsel merak ve sanatsal gelişmeler ile şekillenen bir uyanış dönemidir. Bu dönem Leonardo da Vinci, Michelangelo, Dante, Erasmus, Galileo gibi sanatçı ve düşünürlerle simgeleşmiştir. Antik düşünceye duyulan hayranlığın görsel bir özeti sayılabilecek Raphael’in “Atina Okulu” freskoyu da, bu dönemin felsefî arayışını ve eskiyle kurulan bilinçli bağı simgeler. Yine de hem dönemin kaynağını hem de niteliğini değerlendirirken eleştirel bir gözle bakmak gerekir.

Örneğin, Boşnak lider ve düşünür Aliya İzzetbegoviç, Rönesans’ın insanlık tarihinin en canlı kültür devirlerinden biri olmasına karşın medeniyet (ahlaki ve manevi ilerleme) bakımından bazı açılardan gerileme özellikleri gösterdiğine dikkat çeker. Aliya, Rönesans hümanizminin akla vurgu yapmakla birlikte hurafeleri tam silemediğini, astroloji gibi gayri-ilmî inanışların dönemin sanatkâr ve hümanistleri arasında bile yaygın olduğunu hatırlatır. Bu gibi eleştiriler, Rönesans’ı toptan yüceltmek yerine, onun olumlu gelişmelerinin yanı sıra sınırlarını da anlamamızı sağlar.

La scuola di Atene - Atina Okulu

Kaynaklar:

Rönesans’ın Amacı Neydi?

Tarihsel bir dönem olarak Rönesans’ın tek bir “manifestosu” veya resmî amacı yoktur. Ancak dönemin aktörlerinin bazI idealleri vardır. İnsanı merkeze alma (hümanizm), eski (antik) bilgi ve estetiği diriltme ve doğayı akıl ve deneyle anlama hedefleri Rönesans düşüncesine yön vermiştir. Orta Çağ’da birey ve dünya, dinî dogmaların gölgesinde tanımlanıyordu. Rönesansla beraber insan aklının değeri vurgulanmaya başlandı. Bu, bir anlamda “insanın ve doğanın yeniden keşfi” idi. 

Örneğin, sanat tarihçisi Vasari’nin ifadesiyle Rönesans, Orta Çağ karanlığından çıkış için Tanrı’nın Avrupa’yaYeniden doğuş olsun!demesiyle her şeyin aydınlanmaya başlamasıdır. Yani Rönesans’ın bir amacı, Avrupa zihnini saran ortaçağ karanlığından kurtulmaktı. Nitekim Rönesans düşünürleri, “insan her şeyin ölçüsüdür” diyen antik felsefeden esinle, insanı ve doğayı inceleyerek, bilgiye dogmalar yerine akıl yoluyla ulaşmayı hedeflediler. Sanatın amacı da bu dönemde değişti. Katı kilise kalıplarından ziyade doğanın ve insan bedeninin güzelliğini gerçekçi biçimde yansıtmak, antik idealleri diriltmek amaç oldu.

Öte yandan, Rasim Özdenören gibi mütefekkirler, Rönesans’ın bir amacının da pratikte Batı toplumunun yüzyıllardır bunaldığı kilise egemenliğinden kurtulmak olduğunu belirtir. 15. yüzyıl itibariyle başlayan Rönesans hareketleri, Batı’da dinî tahakkümden sıyrılmanın zeminini hazırladı. Yüzyıllarca kilisenin dogmatizmine maruz kalan toplum, doğal olarak yeni arayışlara yöneldi. Bu çerçevede Reform hareketiyle paralel giden Rönesans, bireylerin İncil’i kendi dillerinde okuması, kilise dışında bilim yapabilmesi gibi özgürlüklerin yolunu açtı. Yani amaçlardan biri, düşüncede ve inanç pratiğinde özgürleşmek, yenilenmekti.

Rönesans’ın konusu, İslam dünyası açısından farklı bir perspektiften de değerlendirilebilir. Sezai Karakoç, Rönesans’ın Batı cephesindeki esas amacını, Hristiyan dünyanın İslam medeniyetine karşı kendini savunması şeklinde yorumlar. Karakoç’a göre, Orta Çağ boyunca güçlü bir medeniyet kurmuş olan İslam karşısında gerileyen Hristiyan Avrupa, çareyi kendi kadim mirasına (Yunan-Roma) sarılmakta bulmuştur. Başka bir deyişle Rönesans, Hristiyanlığın, karşısındaki İslam medeniyetine cevap verebilmek için Batının eski birikimini yardıma çağırması dır. Bu görüş, Rönesans’ı yalnız estetik veya entelektüel bir hareket değil, aynı zamanda bir medeniyet hamlesi veya bir savunma refleksi değerlendirilmelidir.

Gerçekten de 15. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu İstanbul’u feth ederek Avrupa içlerine ilerlerken, Batı Avrupa’da klasik mirasa dönüş hareketi hareketlenmeye başlamıştı. Karakoç, Rönesans ve ardından gelen Reform ile Aydınlanmanın, Hristiyan dünyasının İslam’dan alabileceği ne varsa alıp bunları kendi eserleri gibi göstermeye ve kendi köklerini bu şekilde yüceltme çabasının bir parçası olduğunu vurgular. Böylece Avrupa, bir yandan İslam’dan devraldığı bilimsel fikirleri özümserken diğer yandan “yeniden doğuş” söylemleriyle bunlara sanki tamamen kendi öz değerleriymiş gibi sağlam bir temel bulmaya çalışmıştır.

Sonuç olarak, Rönesans’ın ardındaki temel gayeleri şöyle özetleyebiliriz: entelektüel özgürleşme, klasik mirası canlandırma, insan merkezli bir dünya görüşü geliştirme ve medenî rekabette öne geçme. Kimi düşünürler bu amaçları uygarlık adına büyük bir atılım olarak değerlendirirken, kimileri de altında yatan niyetin bir güç mücadelesi olduğunu dile getirir. Her halükârda, Rönesans hareketi Avrupa’ya hem içsel bir dönüşüm (sanat ve bilimde ilerleme, kilisenin gücünün sarsılması) hem de dışsal bir güçlenme (coğrafi keşifler, sömürgecilik için altyapı) yolunda ilerledi ve neticede başarılı oldu. Bu başarı, zamanla dünyanın geri kalanıyla ilişkilerinde de yeni bir dönemi başlatacaktı.

Kaynaklar:

Rönesans ve İslam: Bağlantı Nasıl Oluştu?

Avrupa Rönesansı ile İslam medeniyeti arasındaki bağlantı, tarih boyunca iki yönlü bilgi ve kültür aktarımı şeklinde kurulmuştur. Orta Çağ boyunca İslam dünyası, bilim, felsefe ve sanat alanlarında dünyanın en ileri medeniyetlerinden biri idi. Abbasi döneminde başlayan çeviri hareketleriyle Antik Yunan’ın mirası Arapçaya kazandırılmış, İslam âlimleri bu mirası geliştirerek matematik, tıp, astronomi, coğrafya, felsefe gibi alanlarda özgün katkılar sunmuşlardı. Avrupa ise 12. yüzyıldan itibaren İslam dünyasındaki bu zengin birikimle temas etmeye başladı.

Özellikle Endülüs (İspanya’daki İslam medeniyeti) ve Akdeniz’deki Haçlı ve ticari temaslar, Avrupa’ya İslam aracılığıyla bir bilgi akışı sağladı. Latin dünyası, Antik Yunan filozoflarının eserlerini, İbn Sînâ (Avicenna), İbn Rüşd (Averroes) gibi İslam filozoflarının yorumları sayesinde yeniden tanıdı. Toledo ve Sicilya gibi merkezlerde Arapça eserler Latinceye çevrildi. Sonuçta, 15. yüzyılda İtalya’da filizlenen Rönesans’ın entelektüel toprakları büyük ölçüde bu aktarılmış tohumlarla beslenmişti.

Sezai Karakoç, Batı’nın Rönesans hamlesini gerçekleştirmesinde İslam medeniyetinin, özellikle Endülüs üzerinden aktarılan birikiminin belirleyici rol oynadığını vurgular. Avrupa, antik Yunan’dan miras kalan bilgi hazinesini büyük ölçüde İslam dünyası sayesinde yeniden elde edebilmiştir. Örneğin, matematikte cebir (algebra) kavramı ve ismi Harezmi’nin eserlerinden gelir. Tıpta asırlar boyu İbn Sînâ’nın El-Kanun fi’t-Tıb adlı eseri Avrupa üniversitelerinde temel kaynak olmuştur. Felsefede İbn Rüşd’ün Aristoteles yorumları, skolastik düşüncenin yeniden canlanmasında kilit rol oynamıştır.

Rönesans döneminde pozitif bilimlerde yapılan atılımların birçoğu da İslam biliminin sağladığı temel ilkeler üzerine inşa edilmiştir. Karakoç şöyle der: “Pozitif bilimlerde, Rönesans’ın Endülüs yoluyla temel ilke ve bilgileri, kaynakları İslam’dan aldığı bugün sayısız incelemeyle açıkça saptanmıştır. Birçok Batılı bilgin bu hakikati tespit ve itiraf etmiş bulunuyor”. Gerçekten de modern tarihçiler, gözleme dayalı deneysel yöntemin gelişiminde İslam alimlerinin (örneğin optikte İbn Heysem’in, kimyada Cabir’in) katkılarını vurgulamaktadırlar.

Rönesans’ın kültür ve edebiyat cephesinde de dolaylı İslam etkileri görülür. Cemil Meriç, Batı edebiyatında yeni konuların ve formların doğuşunda İslam-Doğu kaynaklarının payına dikkat çeker. Meriç’in belirttiği gibi İtalyan şair Dante, ünlü eseri İlahi Komedya’da kullandığı bazı unsurları Endülüs Müslümanlarından ilham almıştır. Örneğin eserinde geçen aşk, gül, bülbül gibi imgeler Orta Çağ Latin edebiyatında yokken İslam edebiyatında mevcuttu. Keza Avrupa’da ilk defa Rönesans döneminde görülen doğa bilimleri kitapları, coğrafya haritaları, tıbbi bilgiler, Müslümanların eserlerinin tercümeleriyle ortaya çıkmıştır.

Roger Garaudy, Batı medeniyetinin Rönesans ile yükselişinde doğuya, özellikle İslam’a borçlu olduğunu bilmenin hayati önemini vurgular ve bunun sadece tarihçinin meselesi değil, mutlu bir gelecek kurmak isteyen herkesin görevi olduğunu söyler. Bu söz, İslam’dan alınanların hakkıyla teslim edilmesi çağrısıdır. Özetle, Rönesans ile İslam medeniyeti arasında güçlü bir etkileşim olmuştur. Avrupa, İslam’ın ilim ve irfan birikimini devralıp kendi bünyesinde yeniden yoğurarak büyük bir atılım gerçekleştirdi. “Rönesans fikrinin kaynağı doğudaki İslam medeniyetidir” diyen Cemil Meriç bu gerçeği çarpıcı şekilde özetler.

Ne var ki bu karşılaşma tek taraflı değildi. İslam dünyası da bu dönemde Avrupa ile diplomasi ve ticaret yoluyla etkileşim halindeydi. Ancak bilgi aktarımı açısından bakıldığında, Rönesans’ın ateşini yakan kıvılcımların birçoğu İslam medeniyetinden sıçramıştır. Rönesans, sıfırdan doğan bir mucize olmayıp insanlığın ortak mirasının Avrupa’da yeniden filizlenmesi olayıdır. Bu filizlenmede de İslam’ın payı merkezi bir yerde durmaktadır.

Kaynaklar:

  • Sezai Karakoç – İslam’ın Dirilişi (Endülüs üzerinden aktarılan birikimin Rönesans’a etkisi) dergipark.org.trdergipark.org.tr
  • Cemil Meriç – Bu Ülke (Rönesans fikrinin kaynağı ve Dante örneği) ilimcephesi.com
  • Roger Garaudy – Geleceğimizde İslam Var (Batı’nın İslam’a borcu olduğu ve bunun itiraf edilmesi gereği) muharrembalci.com

Zaman İçinde Neden Bağları Zayıfladı?

Rönesans döneminde başlayan İslam-Batı etkileşimi, ilerleyen yüzyıllarda aynı düzeyde devam etmedi. Bağların zayıflamasının birinci nedeni, Avrupa’nın güçlenip İslam dünyasının nispeten yavaşlamasıyla taraflar arasındaki ilişkinin dengesinin değişmesiydi. 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlılar ve diğer İslam imparatorlukları hâlâ güçlü olsa da bilimsel ve teknolojik gelişme hızları, Avrupa’daki Aydınlanma ve Sanayi Devrimi sürecine kıyasla geride kalmaya başladı. Avrupa, Rönesans sonrasında Reform, ardından 18. yüzyılda Aydınlanma ve 19. yüzyılda Sanayi Devrimi ile üst üste büyük atılımlar yaptı.

Bu süreçte İslam dünyası askeri ve siyasi olarak zayıflarken, Avrupa hem askeri üstünlüğü hem de entelektüel özgüveni ele geçirdi. Dolayısıyla, başlangıçta medeniyet birikimini İslam’dan devralan Avrupa, bir süre sonra artık İslam’dan öğrenecek bir şey kalmadığı düşüncesine kapıldı. Sezai Karakoç, Rönesans ile zirveye çıkan Batı medeniyetinin ilerleyen dönemde takındığı tavrı eleştirirken, Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu bilgiyi Doğu’dan aldıktan sonra, kendi bünyesine kattığını, ancak ardından İslam medeniyetine karşı yıkıcı ve inkârcı bir yola saptığını belirtir. Karakoç şöyle der: “Rönesans sonrası Avrupa, İslam medeniyetini yakıp yıkmaya, inkâr etme yoluna gitmiştir. Endülüs medeniyetinin başına gelenler bunun canlı örneğidir”. 

Gerçekten de Rönesans’tan sonraki birkaç yüzyılda Avrupa, Akdeniz’in batısındaki son İslam toprağı olan Endülüs’ü tamamen yok etti (1492). Ardından sömürgecilik çağında Kuzey Afrika’dan Hindistan’a kadar pek çok İslam ülkesini siyasi ve ekonomik kontrol altına aldı. Bu dönemde Batı, artık İslam dünyasını bir rakip medeniyet olarak değil, geri kalmış bir unsur olarak görmeye başladı. İslam’ın Rönesans’a katkıları Avrupalı zihinlerde silikleşirken, oryantalist bakış açısı ile Doğu genellikle egzotik ama durağan bir geçmişe indirgeniyordu.

Bağların zayıflamasının bir diğer nedeni, karşılıklı anlayışın azalması ve önyargıların artmasıdır. 18. ve 19. yüzyıllarda İslam dünyası Avrupa’nın teknolojik üstünlüğünü teslim etmek durumunda kalınca, birçok Müslüman aydın çözümü Batıyı taklit etmekte buldu. Kendi mirasına güveni azaldı. Karakoç, özellikle Osmanlı aydınlarının 19. yüzyılda “neredeyse istisnasız biçimde Batı medeniyetine hayranlık duyduklarını, onun aksayan yanları olabileceğini akıllarına bile getirmediklerini” ifade eder.

Bu hayranlık dengesizliği, İslam-Batı ilişkisindeki entelektüel alışverişi tek taraflı hale getirdi! Artık sadece Batı üretir, Doğu tüketir hale gelmişti. Dolayısıyla İslam dünyasının, Rönesans dönemindeki gibi bilgiyi paylaşan konumundan uzaklaşıp tarih sahnesinden geri çekilmesi, bağları zayıflatan önemli bir etkendir. Ayrıca, sömürgecilik ve siyasi çıkar çatışmaları da ilişkileri zedeledi. 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa devletleri İslam coğrafyasının büyük kısmını kolonileştirdiler veya nüfuslarına aldılar. Bu süreçte ilim ve kültür paylaşımından ziyade, ekonomik sömürü ve güç mücadelesi ön plana çıktı. Müslüman toplumlarda Batı’ya karşı güven iyice sarsıldı.

Karakoç’un belirttiği gibi, Batı medeniyetinin Asya ve Afrika’da tepki görmesinin sebebi, bu medeniyetin önce bilgiyi alıp sonra o medeniyeti (İslam’ı) inkâr etmesiyle oluşan bakış açısıdır. Yani, dün ilim aldıkları İslam’ı bugün küçümseyip sömürgeleştiren bir Batı görüntüsü, karşılıklı saygıyı yok etti. Sonuç olarak, Rönesans ile nispeten sıcak olan İslam-Batı ilişkileri, zamanla güç asimetrileri, tek taraflı ilerleme, sömürgecilik ve zihniyet değişimleri nedeniyle zayıfladı.

Başlangıçta Avrupa’nın “öğrenci”, İslam’ın “öğretmen” konumunda olduğu denge, birkaç yüzyıl içinde tersine döndü. Bu yeni durumda eski bilgi alışverişi köprüsü yıkıldı. Yerine egemen ile bağımlı arasındaki bir ilişki geçti. Medeniyetler arasındaki doğal etkileşim, yerini çatışmacı bir tutuma bıraktı. Bu kopukluğun izleri, sonraki başlıklarda göreceğimiz üzere, dünyanın geri kalanında ve günümüz algılarında derin etkiler bırakmıştır.

Kaynaklar:

  • Sezai Karakoç – İslam’ın Dirilişi (Batı’nın Rönesans sonrası İslam’ı inkâr edip yok etme yoluna girdiği) dergipark.org.tr
  • Sezai Karakoç – Çeşitli Yazılar (Batı medeniyetinin tehlike ve çatışma üzerine kurulması, Asya-Afrika tepkisi) dergipark.org.trdergipark.org.tr
  • Sezai Karakoç – Ruhun Dirilişi (18-19. yy’da İslam dünyasının Batı hayranlığı ve sorgulamanın gecikmesi) dergipark.org.tr
  • Roger Garaudy – Geleceğimizde İslam Var (Batı merkezci önyargıların ve oryantalizmin yükselişi) muharrembalci.com

Asya ve Afrika Rönesanstan Nasıl Etkilendi?

Rönesans, doğrudan Avrupa kıtasıyla ilgili bir hareket olsa da Asya ve Afrika’nın kaderini dolaylı fakat derin bir şekilde etkiledi. 15. yüzyıldan itibaren güçlenen Avrupa devletleri, Rönesans’ın getirdiği coğrafi keşif ruhu ve teknolojik ilerlemeler sayesinde denizaşırı topraklara ulaşmaya başladılar. Coğrafi keşifler (1488’de Bartolomeu Dias’ın Afrika’yı dolanması, 1492’de Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşması, 1498’de Vasco da Gama’nın Hindistan’a varışı vb.), Avrupa’nın dünya ölçeğinde etkinliğini artırdı. Bu keşifler, kısa sürede sömürgeciliğin başlangıcına dönüştü. 

16. yüzyılda İspanya ve Portekiz Güney Amerika ve Hint Okyanusu’nda koloniler kurarken, 17.-19. yüzyıllarda İngiltere, Fransa, Hollanda gibi güçler Afrika ve Asya’da geniş koloniler edindiler. Roger Garaudy, Rönesans İle eşzamanlı olarak doğan kapitalizm ve sömürgeciliğin, insanlık tarihinin rotasını tek taraflı bir biçimde Batı lehine çevirdiğini belirtir. Ona göre Rönesans’tan bu yana dünya tarihi adeta sadece Batı’nın hikâyesi gibi sunulmuş. Batı dışındaki medeniyetler ya görmezden gelinmiş, ya küçümsenmiş ya da doğrudan tahrip edilmiştir.

Bu süreçte görünen tek “ilerleme”, yoksul ülkelerin maddi sefaletinin ve Batı’nın manevi sefaletinin büyümesidir. Bu çarpıcı ifade, Rönesans sonrasındaki küresel dengesizliğin özeti gibidir. Avrupa zenginleşirken, Asya ve Afrika’nın bir kısmı ekonomik açıdan sömürülmüş, Batı da maneviyatını yitirme pahasına maddi zafere odaklanmıştır.

Afrika, Rönesans sonrasında özellikle köle ticareti ve sömürge yönetimleri ile perişan edildi. 16. yüzyıldan 19. yüzyıla dek on milyonlarca Afrikalı köleleştirilip Atlantik ötesine taşındı. 19. yüzyılın “Afrika’nın Paylaşımı” döneminde neredeyse tüm Afrika kıtası Avrupa güçlerince işgal edildi. Bu durum, Afrika’daki yerel medeniyet dinamizmini kırdı Ekonomik düzenlerini Avrupa çıkarlarına bağımlı hale getirdi.

Karakoç, Rönesans’tan sonraki 500 yıllık dönemi “Avrupa dönemi” olarak niteler ve bu dönemde Asya’nın adeta ölüm uykusuna yattığını, Afrika’nın ise gerçek anlamda tarih sahnesinden silik hale geldiğini belirtir (Karakoç, İslam’ın Dirilişi). Bu güçlü tespit, söz konusu asırlarda Asya ve Afrika’nın maruz kaldığı durumu anlatır: Asya büyük oranda duraklamış, Afrika ise kendi kaderini belirleyemez hale gelmiştir.

Asya için etkiler daha farklı ve çeşitlidir, zira Asya hem İslam dünyasını hem de Çin-Hint uygarlıklarını içerir. İslam dünyasının Asya’daki bölümü (Ortadoğu, Güney Asya) Osmanlı, Safevi, Babür gibi imparatorluklar döneminde Rönesans’la aynı yüzyıllarda önemli kültürel üretimler yapmış olsa da, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’nın üstünlüğünü kabul etmek zorunda kaldılar. Hindistan, önce kısmen Portekiz’in ticari nüfuzu altına girdi, sonra 19. yüzyılda tamamen İngiliz sömürgesi oldu.

Çin ve Japonya gibi Rönesans’tan bağımsız kendi gelişim çizgileri olan uygarlıklar bile 19. yüzyılda Batı baskısıyla yüzleşti. Japonya bu etkiye Meiji Restorasyonu ile cevap verip hızla modernleşirken, Çin’de imparatorluk Batı karşısında zayıfladı. Kısacası, Rönesans’ın dolaylı bir sonucu olarak beliren Batı’nın küresel üstünlüğü, Asya toplumlarını ya baskı altına aldı ya da kendini yenilemeye zorladı.

Bir yandan da Batı’nın kendi değerlerini küreselleştirmesi söz konusu oldu. Sömürge yönetimleri eğitim sistemlerine Avrupa müfredatını soktular. Asya ve Afrika’da birçok entelektüel batı tarzı eğitildi, kendi toplumlarını bu kalıplarla eleştirmeye başladı. Bu bazen yerel “uyanış” ve ya reform hareketlerini tetikledi. 19. yüzyıl sonlarında İslam dünyasında Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh gibi isimler “İslam’ın modernleşmesi” tartışmalarını yürüttüler. Hint alt kıtasında Muhammed İkbal gibi düşünürler Batı-Rönesans medeniyetine karşı Doğu’nun maneviyatını savundular. Afrika’da sömürge sonrası dönemde kimlik arayışları filizlendi. Tüm bu hareketler, aslında Rönesansla yükseliş kazanan Batı hegemonyasına bir tepki ve dengeleme çabasıydı.

Özetlemek gerekirse, Rönesans’ın Avrupa’da başlattığı ekonomik ve teknolojik atılım sayesinde Batı, Asya ve Afrika üzerinde yüzyıllar boyu sürecek bir hakimiyet kurdu. Bu hakimiyet döneminde bu kıtalar büyük acılar yaşadı, gelişmeleri baltalandı ancak aynı zamanda modern dünyaya adapte olma yönünde adımlar da attılar. Cemil Meriç, Avrupa’nın Rönesans ile gelen yükselişinin altında Amerika’nın keşfi ve sömürgelerden akan zenginliğin bulunduğunu hatırlatarak, Asya ve Afrika’nın bu tabloda genellikle kaybeden tarafta olduğunu ima eder. Hatta birçok düşünür, bugün Asya ve Afrika’daki ekonomik-sosyal sıkıntıların kökeninde o dönemdeki sömürgecilik mirasının bulunduğunu belirtir. 

Sezai Karakoç da Batı’nın bu dönemdeki icraatlarını “başkasından aldığını öyle allayıp pulladı ki neredeyse hiç belli olmadı ve sonra da aynı medeniyeti (İslam’ı) yok etmeye girişti” diyerek eleştirir. Asya ve Afrika halkları, bu yüzden Batının “ilerleme” söylemine tepkiyle baktılar. Pek çok yerde bağımsızlık mücadeleleri verip sömürge prangasını 20. yüzyılda kırdılar. Fakat halen küresel düzende Batı merkezci yapı tam anlamıyla değişmiş değildir. Rönesans ile başlamış olan dengesizlik, günümüzde farklı formlarda varlığını sürdürmektedir.

Kaynaklar:

  • Roger Garaudy – Geleceğimizde İslam Var (Rönesans’tan beri Batı’nın tarihine tek taraflı bakış ve sömürgecilikle artan küresel sefalet) muharrembalci.com
  • Cemil Meriç – Bu Ülke (Rönesans’ın ekonomik temelinde Amerika ve sömürgelerden gelen zenginlik olduğu) ilimcephesi.com
  • Sezai Karakoç – İslam’ın Dirilişi (Rönesans sonrası 5 asrın “Avrupa Çağı” olması, Asya’nın ölüm uykusuna dalması vurgusu)
  • Sezai Karakoç – İnsanlığın Dirilişi (Batı’nın başka medeniyetlerden alıp kendi öz malı gibi sunması ve sonra o medeniyetleri yok etmeye girişmesi) dergipark.org.trdergipark.org.tr

Günümüzde Avrupa’nın İslam’a Bakış Açısında Rönesans Döneminin Etkisi

Tarihsel tecrübeler, toplumların birbirine bakışını şekillendirir. Avrupa’nın İslam’a bakışı da yüzyıllar içinde oluşmuş algı kalıplarının bir sonucudur. Rönesans ve sonrasındaki dönem (Aydınlanma, sömürgecilik çağı vb.), bu algının önemli ölçüde belirleyicisidir. Rönesans döneminin etkisi, doğrudan olmasa bile, onunla başlayan sürecin Avrupa zihin dünyasında bıraktığı izlerle ilgilidir.

Öncelikle, Rönesans sonrasında Avrupa’da gelişen seküler-hümanist dünya görüşü, İslam gibi din merkezli bir medeniyeti anlamakta zorlanabilmektedir. Avrupa, Rönesans’ın mirası olarak dini kamusal alandan büyük ölçüde uzaklaştırıp aklı ve bilimi yücelten bir değerler sistemi benimsedi. Bu, elbette bilim ve teknolojide ilerlemeyi sağladı ancak dini hayatı merkeze alan toplumlara karşı bir üstünlük hissi de doğurdu. Aliya İzzetbegoviç, Batı’nın iki büyük ideolojisi olan kapitalizm ve komünizmi “Doğu” ve “Batı” diye ayırırken, İslam’ın bu ikisinin ortasında üçüncü bir yol olduğunu söyler. 

Avrupa’daki yaygın kanaat ise İslam dünyasının da eninde sonunda Batı’nın çizdiği geçiti izlemesi gerektiği yönündeydi. Bu bakış açısı, Avrupalıların İslam toplumlarına genellikle “modernleşmemiş”, “geri kalmış” şeklinde etiketlerle yaklaşmasına yol açtı. Rönesansla başlayan ve Aydınlanma ile keskinleşen oryantalizm, Doğuyu (özellikle İslam’ı) değişmez, gelişmeye kapalı, egzotik bir nesne olarak resmetti. Bu entelektüel yaklaşım, Avrupa’nın İslam’a bakışının temelinde yatan kalıp yargıları üretmiştir.

Roger Garaudy, Batı toplumunun tarih içinde Müslümanlara bakışındaki değişimi şu çarpıcı örneklerle anlatır: Bir zamanlar Haçlı Seferleri döneminde Avrupalılar Müslüman kâfir olarak damgaladı. 19.-20. yüzyılda sömürge karşıtı direnişlerde (özellikle Fransızların Cezayir’i işgali sırasında) aynı kişiyi “terörist” diye niteledi. Oryantalistler ise Müslümanları, sanki incelemek üzere müzeye konulmuş müzelik bir eşya gibi ele aldılar. Avrupa sanat ve edebiyatında ise Müslüman imgesi bazen “romantik bir çöl bedevisi” klişesine indirgenerek egzotik bir fantezi unsuru yapıldı. 

Bilim tarihi yazımında da, Rönesans öncesi İslam alimleri sadece “Ortaçağ’ın öncü ve itibarlı âlimleri” diye anılıp, onların başarısı Batı’nın tarih öncesinin bir parçası sayıldı. Sanki İslam’ın parlak ilim dönemi sadece Avrupa’nın hazırlık safhasıymış gibi gösterildi. Garaudy’nin vurguladığı bu örnekler, Avrupa’da yaygın zihin kalıplarının İslam’ı ya bir tehdit, ya bir öteki, ya da geçmişte kalmış bir basamak olarak gördüğünü ortaya koyar. 

Bu tür algılar, büyük ölçüde Rönesans sonrasında Avrupa’da gelişen üstünlük psikolojisi ve oryantalist söylem tarafından beslenmiştir. Elbette Avrupa’da İslam’a tek bir bakış açısı yoktur. Tarih boyunca da, günümüzde de İslam’ı önyargısız anlamaya çalışan birçok Batılı düşünür olmuştur. Ancak toplumsal bilinç düzeyinde, Rönesans’tan miras kalan “biz ve ötekiler” ayrımı tam olarak silinmiş değildir. Örneğin günümüzde Avrupa kamuoyunda zaman zaman yükselen İslamofobi dalgaları, bu tarihsel mirasın izlerini taşır. 

İslam, kimi çevrelerde hâlâ modern Batı değerleriyle uyuşmayan, potansiyel bir geri kalmışlık unsuru gibi algılanır. Bunun bir nedeni, Avrupa’nın eğitim sistemlerinde ve popüler tarih anlatılarında, İslam medeniyetinin katkılarının yeterince öğretilmemiş olmasıdır. Sezai Karakoç, Batı’nın kendi gelişimini anlatırken İslam’dan aldıklarını gizlediğini ve hatta bir noktadan sonra İslam’ı düşman medeniyet olarak kurguladığını belirtmişti. Bu durum, Avrupalının zihninde İslam’ı medeniyet ortağı değil, rakip veya sorun kaynağı olarak konumlandırdı.

Günümüzde Avrupa’nın İslam’a bakışındaki Rönesans dönemi etkisine somut bir örnek olarak, laiklik ve sekülerizm tartışmaları verilebilir. Avrupa toplumları, Rönesans’ın ardından gelişen seküler anlayışı evrensel bir norm kabul ederek, İslam dünyasındaki farklı tarihsel tecrübeleri değerlendirmekte zorlanabiliyorlar. Örneğin başörtüsü, minare yapımı, helal gıda gibi konular bazı Avrupa ülkelerinde kimlik tartışmalarına dönüşüyor. Bu aslında farklı değer sistemlerinin çatışması anlamına geliyor. Rönesans ile temelleri atılan Avrupa kimliği, kendini “ilerici, akılcı” olarak tanımlarken, İslam’ı bu kimliğe uymayan bir eski çağ kalıntısı gibi görme tuzağına düşebiliyor. 

Halbuki gerçek çok daha karmaşık! İslam medeniyeti hem tarihi ilerlemenin bir parçası olmuş hem de modern dünyada yerini almak için dönüşüm geçirmiş bir yapıdır. Bunu anlamak için Avrupa’da bazı aydınlar yeni arayışlar içindedir. Roger Garaudy gibi bir zamanlar Marksist olup sonra İslam’ı seçen düşünürler, Doğu ve Batı medeniyetleri arasında diyalog kurulmasının önemini vurgularlar. Garaudy, Batı’nın kendi yolunun çıkmazlarını (manevi buhran, aşırı materyalizm) aşabilmesi için İslam’ın değerleriyle yeniden tanışması gerektiğini belirtir. Bu tür çağrılar, Avrupa’nın tarihsel bakışını sorgulamasına yol açmasını sağlar.

Sonuçta, Avrupa’nın İslam’a bakışı Rönesans döneminden miras kalan bir çift yüzlülüğü barındırır. Bir yanda İslam’ı tarihte belli katkılar yapmış ama devrini tamamlamış bir uygarlık olarak görme eğilimi, diğer yanda modern dünyada onu entegrasyon sorunu veya siyasi bir tehdit olarak algılama eğilimi. Bu algılar, asırlık önyargıların güncellenmiş halleridir. Bunun karşısında, hem Avrupa’da hem İslam dünyasında sağduyulu birçok kesim, tarihsel gerçeklerle yüzleşerek karşılıklı saygıya dayalı yeni bir diyalog kurma çabasındadır.

Rönesans’ın kazandırdığı bilimsel ve eleştirel düşünce yöntemleri aslında bu yüzleşmeyi kolaylaştırabilir Zira tarihî mitleri yıkmak ve birbirine ayna tutmak için eleştirel akıl gereklidir. Roger Garaudy’nin “geleceğimizde İslam var” derken kastettiği, Batı’nın kendi geleceğini inşa ederken İslam’ı düşman bellemek yerine onun insani ve manevi değerlerini de paylaşıma katması gerektiğidir. Bu, elbette uzun vadeli bir dönüşüm gerektirir. Fakat geçmişin yanıltıcı algılarını aşıp Rönesans’tan bugüne uzanan süreci doğru okumak, bu dönüşümün ilk adımı olacaktır.

Kaynaklar:

  • Roger Garaudy – Geleceğimizde İslam Var (Batı’nın Müslümanları “kâfir”, “müzelik eşya” gibi görmesinin tarihçesi) muharrembalci.commuharrembalci.com
  • Roger Garaudy – Geleceğimizde İslam Var (Doğu-Batı diyaloğunun önemi ve İslam’ın gelecekteki rolü) muharrembalci.commuharrembalci.com
  • Sezai Karakoç – Çeşitli Yazılar (Batı’nın İslam’ı medeniyet dışı sayma eğilimi ve bunun eleştirisi) dergipark.org.trdergipark.org.tr
  • Aliya İzzetbegoviç – Doğu ve Batı Arasında İslam (İslam’ın Batı ve Doğu’ya alternatif üçüncü yol oluşu)

Sonuç

Rönesans, Avrupa tarihinde bir dönüm noktası olarak parıldarken, etkileri Avrupa’nın çok ötesine yayılmıştır. Batı’nın Orta Çağ karanlığından çıkıp klasik mirasa sarılması, onu bilimde, sanatta ve teknolojide yeni zirvelere taşıdı. Bu yükselişte İslam medeniyetinin katkıları yadsınamaz büyüklükteydi. Avrupa, İslam dünyasından aldığı fikirlerle adeta kendini yeniden inşa etti. Ne var ki, gücün ve ilerlemenin verdiği özgüven zamanla tarihi nankörlüğe dönüştü. Batı, bir dönem ilham aldığı İslam’ı sonraki dönemlerde geri bırakılmış, hatta engel görülmesi gereken bir unsur olarak tasvir etmeye başladı.

Bu süreç, küresel güç dengelerini altüst etti. Asya ve Afrika toplumları yüzyıllarca sürecek bir Avrupa tahakkümüne maruz kaldı. Rönesans’ın “aydınlanma” söylemi, sömürgeciliğin gölgesinde karardı. Pek çok halk için Rönesans’ın dolaylı sonucu yoksulluk ve baskı oldu. Sezai Karakoç gibi düşünürlerin işaret ettiği üzere, son birkaç yüzyıllık “Avrupa Çağı”nda diğer medeniyetler adeta uykuya dalarken, Batı dünyası kendi dışındakilere gerçek bir empati ve anlayış geliştirmekte başarısız oldu.

Günümüze gelindiğinde, Avrupa-İslam ilişkilerinde tarihin izleri hâlâ sürmektedir. Rönesans’ın mirası olan özgür düşünce, bilimsel yaklaşım gibi değerler aslında evrenseldir ve İslam medeniyetiyle çelişmez. Nitekim İslam’ın parlak dönemleri bu değerlere yabancı değildi. Ancak zihniyet dünyasındaki eski önyargılar, diyaloğun önünde engel oluşturuyor. Roger Garaudy ve Aliya İzzetbegoviç gibi isimlerin çağrısı, Doğu ile Batı arasında yeni bir köprü kurulması yönündedir. Bu köprü, gerçekleri tanıma ve hakkaniyetle takdir etme temelleri üzerinde olmalıdır. Batı, İslam’ın medeniyete katkılarını ve insani değerlerini teslim ederken, İslam dünyası da Batı’nın bilim ve ilerleme tecrübelerinden faydalanabilmelidir.

Rönesans ve İslam’ın kesişim hikâyesi bize şunu gösteriyor: Medeniyetler, birbirinden öğrenerek yükselir. Ne zaman ki biri diğerini yok sayar veya ezmeye kalkar, işte o zaman insanlık bütünü zarar görür. Geçmişin hatalarını anlamak, bugünün dünyasında daha adil ve anlayışlı bir birlikte yaşama kültürü geliştirmek için şarttır. Rönesans’ı sadece Avrupa’nın hikâyesi olmaktan çıkarıp insanlığın ortak mirası olarak görmek, bu yolda atılmış önemli bir adım olacaktır.

Detaylı Zaman Çizelgesi

Orta Çağ Boyunca (Avrupa): Skolastik Düşünce ve Kilise Otoritesi Egemenliği

  • Avrupa’da dinî dogmaların ve kilise otoritesinin birey ve dünya üzerindeki egemenliği.
  • Bilimsel ve entelektüel durgunluk dönemi.

Abbasi Dönemi (İslam Dünyası): Bilim ve Felsefenin Altın Çağı

  • Antik Yunan mirasının Arapçaya çevrilmesi ve İslam âlimleri tarafından matematik, tıp, astronomi, coğrafya, felsefe gibi alanlarda özgün katkıların sunulması.
  • İslam dünyasının bilim, felsefe ve sanat alanlarında dünyanın en ileri medeniyetlerinden biri olması.

12. Yüzyıl İtibarıyla: İslam-Avrupa Bilgi Aktarımı Başlangıcı

  • Avrupa’nın Endülüs (İspanya’daki İslam medeniyeti) ve Akdeniz’deki Haçlı ve ticari temaslar yoluyla İslam dünyasındaki zengin bilgi birikimiyle temas etmeye başlaması.
  • Toledo ve Sicilya gibi merkezlerde Arapça eserlerin Latinceye çevrilmesiyle Antik Yunan filozoflarının eserlerinin ve İbn Sina, İbn Rüşd gibi İslam filozoflarının yorumlarının Avrupa’ya geçmesi.

15. Yüzyıl İtibarıyla: Rönesans’ın Başlangıcı ve Yayılışı

  • 1488: Bartolomeu Dias’ın Afrika’yı dolanarak coğrafi keşifler çağını başlatması.
  • 1492: Kristof Kolomb’un Amerika’ya ulaşması ve İspanya’da Endülüs’teki son İslam toprağının tamamen yok edilmesi.
  • 1498: Vasco da Gama’nın Hindistan’a varması.
  • 15. ve 16. Yüzyıllar: İtalya’da başlayıp Avrupa’ya yayılan “yeniden doğuş” dönemi. Klasik kültürün yeniden keşfi, hümanizm akımının yükselişi, sanat, edebiyat ve bilimde büyük atılımlar.
  • Matbaanın icadı ile bilgilerin hızlı yayılması, coğrafi keşiflerle ufukların genişlemesi.
  • Avrupa’da ekonomik yükseliş ve ticaretin canlanması, yeni burjuva sınıfının desteği.
  • Cemil Meriç’e göre: Rönesans’ın esasen ekonomik bir yükseliş ve genişleme dönemi olması.
  • Rönesans’ın, Batı toplumunun yüzyıllardır süren kilise egemenliğinden kurtulma ve düşünce ile inanç pratiğinde özgürleşme çabası olması (Rasim Özdenören).
  • Sezai Karakoç’a göre: Rönesans’ın Hristiyan dünyasının İslam medeniyetine karşı kendini savunma ve kendi kadim mirasına sarılma hamlesi olması.

16. Yüzyıl:

  • Giorgio Vasari’nin “Rönesans” terimini ilk kez kullanması.
  • Reform hareketinin başlaması (Rönesans ile paralel).
  • İspanya ve Portekiz’in Güney Amerika ve Hint Okyanusu’nda koloniler kurması.

16. ve 17. Yüzyıllar:

  • İslam imparatorluklarının (Osmanlı, Safevi, Babür) güçlü dönemleri devam etse de, bilimsel ve teknolojik gelişme hızlarının Avrupa’ya kıyasla yavaşlamaya başlaması.
  • Avrupa’nın İslam’dan aldığı bilgiyi kendi bünyesine katıp, sonrasında İslam medeniyetine karşı yıkıcı ve inkârcı bir yola sapması (Sezai Karakoç).

17. ve 18. Yüzyıllar:

  • Aydınlanma Dönemi: Avrupa’da akıl, bilim ve bireysel özgürlüğü ön plana çıkaran düşünce hareketi.
  • İngiltere, Fransa, Hollanda gibi güçlerin Afrika ve Asya’da geniş koloniler edinmeye başlaması.
  • Batı’nın İslam’ı bir rakip medeniyet olarak değil, geri kalmış bir unsur olarak görmeye başlaması ve oryantalist bakış açısının yükselişi.
  • İslam dünyasının Avrupa’nın teknolojik üstünlüğünü kabullenmeye başlaması ve bazı Müslüman aydınların Batı’yı taklit etmeye yönelmesi (Sezai Karakoç).

19. Yüzyıl:

  • Sanayi Devrimi: Avrupa’da büyük teknolojik ve ekonomik atılımlar.
  • Afrika’nın Paylaşımı: Neredeyse tüm Afrika kıtasının Avrupa güçlerince işgal edilmesi, köle ticaretinin devamı.
  • Hindistan’ın tamamen İngiliz sömürgesi olması.
  • Japonya’da Batı’yı örnek alan Meiji Restorasyonu ile modernleşme hamlesi.
  • İslam dünyasında Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh gibi isimlerle “İslam’ın modernleşmesi” tartışmalarının başlaması.

20. Yüzyıl:

  • Afrika ve Asya’da sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelelerinin verilmesi.
  • Global düzende Batı merkezci yapının varlığını sürdürmesi.
  • Avrupa’da İslamofobi dalgalarının yükselmesi, tarihsel önyargıların devam etmesi.

Günümüz:

  • Avrupa’nın laiklik ve sekülerizm anlayışıyla İslam dünyasını değerlendirmede zorlanması.
  • Doğu ve Batı arasında diyalog ve karşılıklı saygıya dayalı yeni bir köprü kurma çağrıları (Roger Garaudy, Aliya İzzetbegoviç).
  • Batı’nın manevi buhranını aşmak için İslam’ın değerleriyle yeniden tanışma gerekliliği (Roger Garaudy).
Zaman Cizelgesi 1

Makalede Görüşlerine Yer Verilen Düşünürler

  • Sezai Karakoç: Türk şair, yazar ve düşünür. Rönesans’ın esas amacının Hristiyan dünyasının İslam’a karşı kendini savunması olduğunu, Batı’nın İslam’dan aldıklarını gizlediğini ve sonra İslam’ı inkâr ettiğini savunur.
  • Roger Garaudy: Fransız filozof, yazar ve eski Marksist, sonradan İslam’ı seçmiştir. Batı medeniyetinin Rönesans ile yükselişinde İslam’a borçlu olduğunu vurgular ve bu borcun itiraf edilmesi gerektiğini savunur. Batı’nın Müslümanları “kâfir”, “terörist” veya “müzelik eşya” gibi etiketlediğini eleştirir.
  • Cemil Meriç: Türk yazar, mütercim ve düşünür. Rönesans fikrinin tarihsel bir gerçek olmaktan ziyade sonradan kurgulanmış bir ideoloji olduğunu, esasen ekonomik bir yükseliş dönemi olduğunu savunur. Rönesans fikrinin kaynağının doğudaki İslam medeniyeti olduğunu belirtir.
  • Rasim Özdenören: Türk yazar ve düşünür. Rönesans’ın amaçlarından birinin Batı toplumunun kilise egemenliğinden kurtulmak olduğunu belirtir.
  • Aliya İzzetbegoviç: Boşnak lider, yazar ve düşünür. Rönesans’ın insanlık tarihinin en canlı kültür devirlerinden biri olmasına karşın medeniyet (ahlaki ve manevi ilerleme) bakımından bazı açılardan gerileme özellikleri gösterdiğine dikkat çeker. İslam’ın Batı’nın kapitalizm ve komünizm gibi ideolojilerine karşı üçüncü bir yol olduğunu savunur.

Yabancı Kelimeler Sözlüğü

Yabancı Kelime / TerimTürkçe Açıklama
Rönesans15.-16. yüzyıllarda Avrupa’da başlayan klasik kültürün yeniden doğuşunu ifade eden dönem.
Hümanizmİnsan merkezli düşünce. İnsanın değerini, aklını ve özgürlüğünü esas alan felsefi yaklaşım.
SkolastikOrta Çağ’da kilise merkezli, dogmatik ve akılcı açıklamaları birleştirmeye çalışan düşünce sistemi.
AntikEski Yunan ve Roma dönemlerine ait olan, klasik çağlara özgü.
Klasik İlkçağEski Yunan ve Roma medeniyetlerini kapsayan, Batı tarih yazımında “klasik dönem” olarak adlandırılan dönem.
Sekülerizm
Dinî etkilerden arındırılmış, laik düşünce ve yaşam tarzı.
Seküler
Dine dayanmayan, dünyevi olan.
DogmaSorgulanmadan kabul edilen inanç ya da görüş. Özellikle dinî bağlamda kullanılır.
Reform16. yüzyılda Katolik Kilisesi’ne karşı başlayan Protestanlık hareketi. Dinî yenilenme çabası.
Aydınlanma17. ve 18. yüzyılda akıl, bilim ve bireysel özgürlüğü ön plana çıkaran Avrupa düşünce hareketi.
Kolonileştirme / SömürgecilikGüçlü devletlerin başka bölgeleri siyasi ve ekonomik olarak denetim altına alması.
OryantalizmDoğu toplumlarını Batı bakış açısıyla inceleyen ve çoğunlukla önyargılar içeren düşünce biçimi.
Laiklik
Devlet yönetiminin din kurallarından bağımsız olması.
ModernleşmeGeleneksel yapılardan uzaklaşıp çağdaş sosyal, siyasal ve ekonomik yapıya geçiş süreci.
MateryalizmMaddi olanı temel alan, manevî veya ruhsal olanı ikinci plana atan felsefi anlayış.
KapitalizmÜretim araçlarının özel mülkiyette olduğu, kâr amacı güden ekonomik sistem.
KomünizmÜretim araçlarının toplum mülkiyetinde olduğu, sınıfsız bir toplum hedefleyen ideoloji.
Meiji Restorasyonu19. yüzyılda Japonya’da Batı’yı örnek alarak yapılan modernleşme hamlesi.
TeröristPolitik veya ideolojik amaçlarla toplumda korku oluşturmak üzere şiddet eylemi gerçekleştiren kişi.
FelsefeVarlık, bilgi, ahlak gibi konular üzerine sistemli düşünme etkinliği.
Entelektüel
Düşünsel üretim yapan, fikir dünyasında etkin olan kişi.
Eleştirel düşünce
Bilgi ve olayları sorgulayarak değerlendirme yetisi.
Retorik
İkna amacı güden etkili ve süslü söz söyleme sanatı.
EtiketlemeKişi ya da grupları tek yönlü, önyargılı kavramlarla tanımlama eğilimi.
İlahi Komedyaİtalyan şair Dante Alighieri’nin yazdığı, ortaçağda cennet, cehennem ve araf yolculuğunu anlatan alegorik destansı şiir. Batı edebiyatının temel eserlerinden biridir.
Safevi16. ve 17. yüzyıllarda İran merkezli olarak kurulmuş olan ve Şiiliği resmî mezhep ilan eden İslam-Türk kökenli hanedanlık. Osmanlılarla birçok kez savaşmıştır.
Babür16. yüzyılda Hindistan’da kurulan, Türk-Moğol kökenli İslam imparatorluğu. Kurucusu Babür Şah’tır. Hint Alt Kıtası’nda önemli bir medeniyet kurmuştur.

İslam medeniyetinin Rönesans’a katkısı nedir?

İslam dünyası, antik Yunan, Pers ve Hint bilimini Arapçaya çevirerek ve sonraki yüzyıllarda Batı’ya aktararak Rönesans’ın temellerini oluşturmuştur. İbn Sina, İbn Rüşd gibi düşünürlerin eserleri, Latinceye çevrilerek Avrupa entelektüel hayatına büyük katkı sağlamıştır

Avrupa’daki Rönesans ile İslam’ın Altın Çağı arasında nasıl bir ilişki var?

İslam’ın Altın Çağı (8.–15. yüzyıllar), bilim, felsefe ve kültürde zirveye ulaşırken, bu birikim Avrupa’nın Rönesans döneminde yeniden canlanan antik düşüncenin kaynağı oldu. Böylece Batı’daki hümanist ve bilimsel canlanmanın kökleri İslam medeniyetine dayanır

İbn Rüşd ve İbn Sina’nın Avrupa’daki etkisi nasıl gerçekleşti?

İbn Rüşd’ün eserlerinden yapılan Latince çeviriler, özellikle Scholastik düşünceyi etkiledi; Aristoteles yorumları Batı’da “Averroism” akımına dönüştü. İbn Sina’nın “Kanun fi’t-Tıbb” adlı eseri İbn Sina yüzyıllar boyunca Avrupa tıp eğitiminin temel kaynaklarından biri olmuştur

İslam dünyasında neden Batı’daki gibi bir Aydınlanma yaşanmadı?

Bazı düşünürlere göre, İslam dünyasında sistematik kurumsallaşmanın eksikliği, teolojik dogmalara ağırlık verilmesi ve Aristotelesçi teosentrik paradigma nedeniyle bilimsel aydınlanma süreci Batı’daki çağdaş karşılığına ulaşamamıştır. Bu süreç bir tür “akıl tutulması” olarak değerlendirilmiştir